29 Temmuz 2019

Yine Karavan, Bu sefer Avrupa Yollarında

Coming Soooooon....

Bir delilik yapıp,

Karavanla Avrupa yollarına koyulmaya karar verdik. Nerden çıktı bu karar derseniz, tüpük Türk yaklaşımı olarak kararlarımızı son dakikaya bırakmamız bize bu kararı aldırdır. Peki neydi hedefimiz, geciken kararımız?

Bu güne kadar pek çok noktaya seyahatlerim oldu. Bir haftadan uzun olanlarda ise bu seyahatlerimi ailecek gerçekleştirdik. 2 defa Finlandiya'da toplam 9 hafta konaklamıştık. O zamanlar ilk çocuğumuz 5 aylık ve 1,5 yaşındaydı. Daha sonra da farklı farklı yerlere yine beraber gittik. Böyle olunca bizim oğlan 6 yaşına gelmeden 10 ülke görmüş oldu. Sonrasında küçük kızımız da yaşı farkındalık boyutuna ulaşınca abisinin hikayelerinden etkilenip yurtdışı görmek istedi. Biz de "Hakkıdır, ayrım yapmayalım" dedik ve bayram tatilini de değerledirip DisneyLand Paris'e gidebilir miyiz diye araştırmaya başladık.

Ne yazık ki araştırma için biraz geç kalmışız ve otel & uçak maliyetlerini görünce neredeyse vazgeçecektik. Kara kara düşünürken bir anda "acaba karavan olur mu?" diye bir ışık yanıverdi. Nasıl olur, nereden kiralanır, buradan kiralasak ne yapmak gerekir? Sorular birbirini kovalarken başladık araştırmaya.
"Yazının böyle kısa ve öz olduğuna bakmayın, fırsat buldukça düzenleyip, güncelleyeceğim."


Hazırlıklar


Öncelikle bilmeniz gerekenler ve size yardımcı olacak çeşitli uygulamaları burada paylaşacağım.

Bir yandan yurtdışı araç kiralama sitelerini incelerken, bir yandan da Türkiye'den kiralarsak neler gerekir diye araştırmaya başladık. Sonra anladık ki bizim yerli ürünler ile bu iş astarı yüzünden pahalıya gelecek. Öncelikle bizde dönüştürülen araçlar kamyonetten dönme ve 1+1 veya 2+1 kişilik. Bu yüzden araçla 4 kişi seyahat etmeniz mümkün değil. Aynı dönemde iç piyasa talebi de olduğundan firmalar yurtdışı kiralamaya farklı sebepler ile pek yanaşmıyorlar. Yeşil (yurtdışı trafik) sigortası, kaskoya zeyilname, noterden yetki belgesi, vb. sebepler ile Türkiye'den araç bulamadık.

Sonuçta arayışlarımızı yurtdışı kiralama firmalarına çevirdik. Bizdeki gibi kiralama platformlarında pek çok karavan kiralama firmasına ulaşmak mümkün. Dikkat etmeniz gereken bu platformların kendi komisyonları da olması. Bu yüzden buralardan bulduğunuz firmaların kendi sayfalarından kiralama yaparsanız biraz daha uygun fiyatlar bulmanız ve daha yakın bir ilgi görmeniz mümkün. Biz de öyle yaptık ve hoşumuza giden IndieCampers firmasından kiralama yolunu seçtik.

Biraz bu firmadan bahsetmek istiyorum. Portekiz kökenli bir firma. Öncelikle burada kurulmuşlar ve tüm Avrupa'ya yayılmışlar. 1000'in üzerinde karavan ve camper ile hizmet veriyorlar. İstediğiniz lokasyondan alıp istediğiniz lokasyona bırakabiliyorsunuz. Hatta havaalanından alıp sizi tekrar havaalanına da bırakabiliyorlar. Araçları diri ve çok temiz. Ayrıca müşteri odaklılar ve birazdan bahsedeceğim gibi her türlü problemde çok yardımcı oluyorlar.


Gelelim yanınıza alacaklarınıza. Her ne kadar bu firma her türlü mutfak ve çeşitli ihtiyaçlarınızı araç ile birlikte karşılasa da bizim çeşitli hassasiyetlerimizden dolayı biz bunları kullanmaktansa kendi malzemelerimiz ile ihtiyaçlarımızı karşılamayı tercih ettik. Bunlar genelde tava, tencere gibi malzemeler. Yanımıza ayrıca bir miktar yastık kılıfı vs. de aldı. Yemeklik ihtiyaçlarımızı da (makarna, konserve vb.) Türkiye'den karşıladık ki maliyetlerimizi daha aşağıda tutabildik. Sınırlarda da -kısık bir gülümseme harici- herhangi bir problemle karşılaşmadık.

Yol Planlaması

Yola çıkmadan önce;
  • Nerede duracağız?
  • Kaç km yol yapacağız?
  • Nerelerde konaklanır?
  • Araç kullanırken geçiş yaptığınız ülkede dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?
gibi pek çok faydalı bilgiyi içeren bir plan hazırladım. Hepsini araştırdık. Bir rota belirledik kendimize. Tabii ki saptık rotamızdan. Bunların hepsini sizlerle paylaşacağım.

Yukarıdaki harita ilk planımızdı. Kendi aracımız ile yola çıktık. İlk gün -çeşitli kaynaklardan aldığımız tavsiyeler üzerine- Bulgaristan'ı geçip Sırbistan'a varmaktı hedefimiz. Bulgaristan'da güvenlik problemleri olabilir dendi hep. Bu yüzden Sofya'da hızlı bir gezinti sonrası yolumuza devam ettik. Hanım da aracı kullandığı için bir anda kendimizi Hırvatistan sınırında buluverdik. İşte macera tam bu noktada çirkin bir hal aldı. Zira Sırbistan'dan çıkıp Hırvat kontrolüne geldiğimizde bizi bir sürpriz bekliyordu.

Pasaportları uzattık ve başlladık beklemeye. Sonra bize Hırvatistan'a girmeyeceğimiz ve geri dönmemiz gerektiği söylendi. Sebebini sorduğumuzda tam bir şok. "Siz ve oğlunuz girebilir ama bayanlar giremez. Schengen vizeleri tek giriş. 2 veya multi olsaydı yardımcı olabilirdik" dediler ve eklediler. "Bulgaristan nasıl izin verdi?" diye. Araştırmalarımız sırasında Hırvatistan'ın Schengen vizesini kabul ettiğini okumuştuk ve hiç bu aklımıza gelmemişti. Bu yüzden;

"Hırvatistan üzerinden transit geçiş yapacaksanız Schengen vizenizin en az 2 giriş veya MULT olmasına dikkat edin."
Hal böyle olunca Zagreb'den kiraladığımız karavana belirttiğimiz saatte ulaşma ihtimalimiz kalmadı tabii. Geceyi sınıra yakın bir benzin istasyonunda dinlenerek geçirdik. Bu arada konsolosluk hizmetlerinden destek istedik ama 2 gün sonra dönüş alabildik. Türk TIRcıların bir kısmı da bildikleri birkaç kişiye yönlendirdiler ancak sonuç alamadık. Haftasonu olması sebebi ile de sınır memurunun bize tavsiyesi olan Hırvatistan vizesi işi de pazartesiye kaldı. Sonuçta AirBNB üzerinden Belgrad'da bir yer kiralayıp Pazar günümüzü Belgrad'ı gezerek geçirdik.

Bayram arifesi olsa gerek ne kadar yeşil pasaport sahibi Türk varsa herkes buralarda. Tesla müzesi Türklerle kaynıyor. :) Biz de karavana ulaşım için çözümler arıyoruz. IndieCampers ekibi ile görüşmelerde çeşitli alternatifler konuşuyoruz. Ben gidip Zagrep'ten alayım, dönüm hanımı ve kızı alıp Macaristan üzerinden devam edelim dedim, Sırbistan sigorta kapsamında değilmiş. Şöyle yapalım, böyle yapalım derken en son İtalya Venedik'te boşta bir araç ayarlayabileceklerini ancak bizim bir şekilde oraya ulaşmamız gerektiğini söylediler. Biz de atladık arabaya uzun bir yolculuk ile Macaristan ve Slovenya üzerinden Italya'ya indik. Bu arada gece Budapeşte çok hoş görünüyor.

08 Mayıs 2018

Karavan yolculuğumuz

Seyahate başlarken;

Nihayet hazırlıklarımızı tamamladık ve geri sayım başladı. Günlerden Cumartesi ve arabanın bagajı dolmuş, sığmayan battaniye yastık vs. arka koltukta çocuklara konfor sağlarken Adapazarı'nda Saly Karavan'a doğru yola çıkılmış.

Yolculuğun bu ilk kısmı alışık olduğumuz, her gün kullandığımız aracımız ile oldukça sıradandı. Farkına bile varmadan Adapazarı'na ulaşıp Saly ekibi ile buluştuk. Bizim gibi kiralama yapmak üzere olan diğer aileye destek olurlarken, biz de bagajlarımızı aktarmaya başladık. Çocuklar meraklı tabii, anlatıma başlanmadan karavanın her yerini keşfetmişlerdi bile.

Saly Bahçesinde araç teslimi
Beklerken, çayımızı içip bahçedeki köpeklerle sevgimizi paylaşırken sıra bizim karavana geldi. Sağolsunlar, aküsünden, buzdolabına; katalitik ısıtıcıdan split ve tavan klimasına kadar her detayı tane tane anlattılar. Malum, teknik kökenli birisi olarak bir çok konuda ön araştırma yapmış olsak da bilgi tazelemek adına oldukça verimli bir eğitim oldu.

Eğitim sonrası raflarımızı yerleştirip, koltuklarımıza kurulduk.

Let the journey begin

Şöför koltuğunda oturan kişi olarak hemen bir uyarı alıyorum:
- "Daha önce ağır taşıt kullandınız mı?"
- "Minübüs ve kamyonet kullanmıştım"
- "Tamam o zaman, yarım debriyaj yapmıyoruz"
- "Hmmm"

Ve ilk kalkışta ne demek istediklerini anlıyorum. Tabii daha önce yukarıdaki araçları kullandık ama genelde boş iken... 😏 Sırtımızda bu kadar ağırlık ile harekete başlamak farklı oluyormuş. Aracın ağırlığını kestirip uygun şekilde kalkıp Saly bahçesinden ayrıldıktan sonra yönümüzü Bilecik istikametine çeviriyoruz.

Bilecik’e gidene kadar araca yavaş yavaş alışıyoruz. Yeri gelmişken dönüşte en sık karşılaştığım sorulara cevap verelim. Karavanları B sınıfı ehliyet ile kullanabiliyorsunuz. Yanlış hatırlamıyorsam aracın kamyonetten, kamyondan veya otobüsten çevrilmesinin bir önemi yok. Ruhsata “Özel amaçlı (karavan)” yazdıktan sonra B sınıfı ehliyet yeterli oluyor. Bunu ayrıca araştıracağım. Eğer farklı bir durum çıkarsa bu yazımı dönüp düzelteceğim. Şuna eminim, her türlü karavan ile tüm köprüleri kullanabiliyorsunuz.

Bir başka soru; hatta araçta dinlenirken ilgisini çekip yanımıza gelen ve muhabbet ettiğimiz arkadaşlardan da ayni soru geldi, “Abi nasıl gidiyor?” Cevap çok net. Gitmiyor. Biz tabii gaza dokununca hızlanan ve limitlere ulaşan araçlara alışık olduğumuz için bize gitmiyor gibi geldi. Aslen kamyonetten çevrilen bu araçlar kendilerince gidiyor aslında. Gitmesi gerektiği kadar gidiyor yani. Buna hazırlıklı olun. Seyahate çıkıyorsunuz, yarışa veya A noktasından B noktasına gitmiyorsunuz. Zaten 80’i de geçmemeniz gerekiyor. Peki rampası? İşte o en büyük sıkıntı idi. %3 eğimden itibaren tavsiyem vitesi 4’e almanız. Doğru, düz vites. Otomatik bekleyenler kötü haber. Gülü seven dikenine katlanır.

İşin eziyet kısmını bir kenara bırakırsak seyahatimizin eğlenceli kısımlarına bakalım. Hedefimiz Bilecik üzerinden Konya'ya, oradan da Kapadokya bölgesine ulaşmak. Bir önceki yazımda hedeflediğimiz rotaya ulaşabilirsiniz. İlk durak Pelitözü göleti. Nereden çıktı orası diyebilirsiniz. Çok basit, evimiz sırtımızda; istediğimiz yere gidip istediğimiz yerde konaklayabiliyoruz. Neden olmasın? Öğle yemeği için güzel bir manzara olsun dedik ve ana yoldan çıkıp gölet etrafında uygun bir yer bulup duruyoruz.


Şahsen bölge halkı için güzel bir kaçış noktası olsa da şahsen daha az kalabalık bir yer olmasını dilerdim. Güzel bir yer ancak birazcık ticarethaneye dönmüş, içinde göl olan büyük bir açık hava AVM'si gibi geldi bana.

Karnımızı doyurup biraz dinlendikten sonra rotamıza dönüp ana yola bağlanacağımız güzergah üzerinde küçük bir kardeşimiz ile karşılaşıyoruz. O da bizim gibi evini sırtında taşıyangillerden. Bir kaplumbağa karşıdan karşıya geçme gayretinde. bizler için güzel bir anı oluyor. Durup kendisine yardımcı olmak boynumuzun borcu. Kendisini kucaklayıp ulaşmaya çalıştığı alana transferini gerçekleştiriyoruz. Artık kızgın asfalt üzerinde değil, gölgelik otlar arasında huzura ulaşabilir. Darısı bizim başımıza.
Bu ufak dostumuza yardımın ardından yönümüzü Bilecik'te Söğüt'e Ertuğrul Gazi Türbesi'ne çeviriyoruz. Amacımız o ulvi ortamı tatmak ama ne mümkün. Şu TV dizileri olmasa tarihimizi de unutacağız. Otoparkı, yol kenarları tıklım tıklım. Koskoca karavan ile kendimize yer bulmakta oldukça zorlandık. Araçların kapatmadığı bir yol ağzı bulup türbenin arkasına doğru ilerledik. Çeşmenin yanında uygun bir alan bulup aracı park edebildik. Sonrasında istemeden de olsa kalabalığa karışıyoruz. Genci yaşlısı, diziden görüp tura atlamış gelmiş. Türbe ziyareti adabını bilip dikkat eden de var, gelmiş olmuş olmak için gelenler de... Her ne olursa olsun, türbe, cami veya kilise... O ortamın bazı gereksinimleri var. Uymak doğru olanı. Ötesi bence büyük saygısızlık... Hem geçmişe, hem de geleceğe...

Tekrardan yola koyuluyoruz. Hedef belli, Kütahya. Hem günün yorgunluğunu atacağımız hem de akşam konaklayabileceğimiz bir mekan ararken belki de bu özelliklerin hepsini taşıyan yegane mekana, Çamlıca Tabiat Parkına rotamızı çiziyoruz. Yaklaşık 2 saat ve 100km sonunda "Hedefinize ulaştınız" sesiyle birlikte bu sefer aracı park edeceğimiz bir yer aramaya koyuluyoruz.


Herkes çardaklarda manzara eşliğinde akşam çaylarını yudumlarken biz de ağaçların arasında kendimize uygun bir yer bulup aracı ilk defa krikoların üzerinde park ediyoruz.

Manzaranın güzelliği sabah daha net ortaya çıkıyor. Kahvaltımızı Kütahya manzarası eşliğinde yapıp ufak bir kültür turuna başlıyoruz.

Önce Kütahya Kalesini geziyoruz. Kafe, restorant , oyun parkı ve tarih iç içe girmiş. Normalde sit alanı olması gerekirken bir mesire yerine dönüşmüş.

Kale içinde dik surlar, eski odalara ait göçükler sebebi ile kale aslında daha korunaklı olması gereken tehlikeli bir mekan. Gönül rahatlığı ile çocukları salıp koşturabilmelerini isterdim ama aklınız  onlarda kalacaktır.


Kaleden sonra şehre iniyoruz. Malum, Kütahya çinileri ile ünlü bir ilimiz. Çini müzesine gidelim diyoruz. "Rota oluşturuldu". Ancak hedefe ulaşınca park yeri bulmak biraz sıkıntı. Daracık sokaklar, koskoca araç. Bir boşluğa yerleşiveriyoruz. Bir de bakmışız, Arkeoloji Müzesi (Müzeciği), Ulu Cami ve Çini Müzesi yanyana. Vakit de müsait, hepsini ziyaret ediyoruz.

Arkeoloji Müzesi gerçekten çok küçük; bir avlu ve 4 odadan oluşuyor. Eserler ise bu küçük mekana göre gayet zengin.

Oradan çıkıp Ulu Camii'yi ziyaret ediyoruz.

Ortasındaki havuz ve üstündeki müezzin mahfili kendi başına bir şaheser. Hünkar Mahfili'nin süslemeleri ise ince bir işçiliğin eseri. Ustanın işini ne kadar iyi yaptığını gösterdiği gibi aynı zamanda da ne kadara saygısı olduğunu da gösteriyor. Zira böyle bir eseri yaptığın işe saygı göstermeden, onu benimsemeden veya sevmeden ortaya koymak bence mümkün olmazdı.

Çini müzesi de Arkeoloji Müzesi gibi beklenenden küçük bir mekanda yer alıyor. Çini yapılışından, bölgedeki önemine kronolojik bir temada ilerleyebiliyorsunuz.

Yeri gelmişken hemen belirteyim, bu mekanları gezmek için Müzekart ile giriş yaptık. Her zaman yanımızda taşımamızın faydalarından birkez daha yararlanmış olduk. Nerede, ne zaman lazım olacağı hiç belli olmuyor. İlerleyen günlerde yine Müzakart'tan faydalanacağız. Göreme'deki müzede de yine işimize yarayacak.

Tekrar yola koyulmadan önce çayımızı demlemek üzere meydandaki çay ocağından sıcak suyumuzu alıyoruz. Sonra ver elini Konya.

Muhtemelen hemen "Yol Afyonkarahisar'dan geçiyor, Nasrettin Hoca'ya uğramadan olur mu?" diyeceksiniz. Olmaz tabii... Ama Kütahya'dan ayrılırken hiç aklımda yoktu.

Çocuklar arkada uyurken, biz bir termos çayımızı yudumlarken, kısaca kendimizi yola kaptırmış giderken, bir anda tabelalarda Nasrettin Hoca yazıları belirmeye başlayınca hemen rotaya ara nokta ekleyiverdim. Yaklaştıkça hanım ve çocuklardan sorular gelmeye başladı tabii... Ben sürpriz olsun diye uğraşırken sabırsızca sorulara açık vermeden cevap yetiştimeye çalışmak çok zor.

Uzun sorunun kısa cevabı: Vardık. Ama yanlış yerdeyiz. Nasrettin Hoca müzesi diye geçen yerde alakalı hiçbirşey yok. Sadece Akşehir'in ahşap cumbalı evleri. Karavan ile aralardan geçmeye çalışmak ise iğneye iplik geçirmek gibi...

Sora sora buluyoruz "Akşehir Dünyanın Ortası Anıtı"'nı. Akşehir Mezarlığı'nın içinde Nasrettin Hoca Türbesi'nin hemen önünde. Nereden geliyor bu Dünyanın Ortası derseniz; Hocanın fırkasını bir hatırlayalım.

Çevreden bir grup insan, Nasreddin Hoca'yı çevirip ''Hocam size bir sorumuz var, dünyanın ortası neresi?'' demişler. Hoca, 5-10 adım ilerlemiş, bastonunu yere saplamış; ''Dünyanın ortası burasıdır'' demiş. Şaşkın şaşkın bakan kişiler, ''Nasıl olur Hocam?'' demişler. Hoca da ''İnanmazsanız ölçün...'' diye cevap vermiş.
Çevre düzenlemesi çok hoş, çeşitli betimlemeler ve altlarında konu ile ilgili fıkralar ile daha etkin bir anlatım sağlanmış. Gel gelelim sıcak tümünü gezmemize izin vermiyor. Yolumuz uzun, daha Konya'ya yetişeceğiz.

Aradan uzun zaman geçmiş olsa da bu yazıyı tamamlayasın var. Ne de olsa artık yeni bir plan var ufukta. 2019 yazında İstanbul’dan Paris’e, ordan da İtalya üzerinden yurda dönüş icin hazırlıklara başladık. Tabii ki yine Karavan ile...

Konya’ya akşam üzerine doğru varıyoruz. Market alışverişi sonrası Karatay Belediyesi’ne ait Karavan Parkını arıyoruz. Kocaman bir şehir parkının hemen girişinde ayrı bir kapıdan girilen bu alan beklentilerimin de üzerinde. 20-30 Araç rahatlıkla konaklayabilir. Elektrik, su, lavabo, duş; herşey var. Hatta kışın duş harici musluklarda da sıcak su mevcutmuş. Tebrikler Karatay Belediyesi.


Gece burada konaklıyoruz. Yandaki park biraz gürültülü ancak kapandıktan sonra sadece yoldan geçen araçların sesini duyuyorsunuz. 

Konya’da gezilecek çok yer var. Hepsine teker teker uğruyor, bol bol fotoğraf çekip yemeğimizi “Meşhur BOLU Lokantası’nda” meşhur etli ekmekten yedikten sonra Konya Şekerlerimizi de alıp akşam üzeri asıl güzergahımız olan Kapadokya’ya doğru direksiyon basına geçiyoruz. Tabii aracın gri ve siyah tanklarını boşaltıp, suyumuzu doldurduktan sonra.



Gece bir müddet araba kullandıktan sonra navigasyonun da hatalı yönlendirmesi ile karanlıkta yanlış birkaç yola girip çıktıktan sonra Üçhisar’a varıyoruz. Burada Karatay’daki lüksü bulmamız mümkün değil ancak çarşı ortasında servis Araçları ve otobüslerin park ettiği açık otoparkta bize kadar yer var. Sabah balonları izleyebilme umudu ile yorgun bir şekilde uykuya dalıyoruz.

Sabah gözümüzü açtığımızda farkediyoruz ki kurduğumuz alarmlar bizi uyandirmaya yetmemiş, belki de alarmı nasıl susturduğumuzu bile hazırlayamayacak oranda yorgunluğumuz bizi uykumuza esir etmiş, balon sevdalıları keyfini şurup geri dönmüş ve kahvaltılarını bile tamamlamışlar.

Belki yarın da görebiliriz diye ümidimizi soğutmadan bölgedeki güzellikleri keşfetmek çıkmak istiyoruz. Bu kadar geç kalkınca ondan da mahrum kalıyoruz. Tüm tur araçları çoktan yola koyulmuş veya kalkmak üzere. Biz ne yaparız diye araştırırken bölge esnafı sağolsunlar bizim icin özel bir rehber eşliğinde araç ayarlıyorlar. Tabii ki ufak bir ekstrası var. Buna da razıyız zaten. Bu arada yeri gelmişken hemen belirteyim, otopark ücreti için bir arkadaş sabah camınızı tıklatabilir. Fazla değil 3₺.

Bölge burada kısaca değinilemeyecek kadar muhteşem. Ayrı bir yazıyı da hak ediyor. Kim bilir ne zaman yazabilirim onu da.

Günü bölgenin çeşitli güzelliklerini keşfederek geçirdikten sonra bir sonraki sabah “Balonları en güzel nereden görebiliriz” sorusuna cevap aramakla geçiriyoruz. Birkaç alanı gezip iyice sorduktan sonra Panorama Kamping -belki adinin da etkisi ile- ön plana çıkıyor. Manevra alanı biraz sıkıntılı da olsa bir ön keşfin ardından geceyi geçireceğimiz ve balonları görebilme ümidi ile kendimizi yataklarımıza atıyoruz.

Bu sefer ayni hatayı yapmayacağız. Sabah karanlığında uyanıyoruz. Bekle, bekle, bekle. Ortada balon falan yok. Meğer bizim yüzümüzde hissettiğimiz o hafif esinti yukarılarda fırtına kopartıyormuş. Bütün seferler iptal.

Balonların gök yüzünde yükselip oluşturdukları o cümbüşü fotoğraflamak isteyen eşimin hüznü, Konya’dan yola çıktığımız gün “Keşke biraz daha mi erken çıkıp dinlenseydik” diye içimi yiyen o pişmanlık eşliğinde işi Polyanacılığa vurup “Bir sonraki sefer için bahanemiz olsun” kelimeleri dökülüveriyor ağzımızdan.

O kadar zaman sonra yepyeni bir plan yaparken içime bir kurt düşüverdi bak şimdi. Yeni yolculuğumuzda da acaba hedefimize kadar gidip asıl amacımıza ulaşabilecek miyiz?

Hadi neyse, dönüş yoluna gecelim. Ne de olsa son günümüz tamamen yolda geçecek. Gece geldiğimiz yoldan bu sefer günün ışıkları eşliğinde ilerliyoruz. Fakat bir endişemiz var. Konya’da kolaylıkla hallettiğimiz su tahliye meselesini nasıl çözeceğiz? Ne de olsa aracı dara-larından kurtulmuş olarak teslim etmemiz gerekiyor. Kara kara düşünüp uygun gördüğümüz her benzincide fırsat kollarken tam da bu işe göre bir mazgala denk geliyoruz. İşin hoş olmayan kısımları ile sizi sıkmayacağım ancak bu gerçekleri de arada hatırlatmakta fayda var.

Haritada da göreceğiniz gibi Aksaray’dan kuzey yönelip Tuz Golüne teğet rotamızda Ankara’ya doğru ilerliyoruz. Elbette ki Tuz Golünde durulacak. O meraklı ve imrenen bakışların son kez tadını çıkartarak aracı güzelce park ediyorum. Göle ayaklarımızı sokmak üzere hazırız. Kalabalık arasında ilerlerken o daracık koridorda kendimi bir anda hayvan pazarında demir kafesler arasında yönlendirilen danalar gibi hissediyorum. Bu duygunun şaşkınlığı ve o kalabalığa girişin şaşkınlığıyla “Ulan bu ne, niye sürdün bu kremi elime?” diye soracakken lafı ağzıma tıkayıveriyorlar. “Abi geç arkadaşlar ilerde havlu dağıtıyor.” Böm böm bakan gözler ve aklına geleni sayacakken Nasrettin Hocanın fil hikayesinden gibi kelimeleri terk eden nefesi tekrar kazanmak için açık kalan ağzımın oluşturduğu o garip yüz ifadesi ile koyunlar misali havlu alabilme ümidi ile yoluma devam ediyorum. Oradan biri yine müdahale ediyor. “Sür abi. Ovala. Cilde iyi geliyor.” Havlu? Başka bir ses. “Gel abi, önce durula ellerini” Suratta yine ayni şaşkın ifade. Yıkadıkça yağlanan o iğrenç maddeden kurtulmak için sürü olarak ilerlemeye razı olarak havlu arayışındayım. Elime bulaşan bu garip maddenin paketlenmiş halinden oluşan bir masada bekleyen ve bizim yüzümüzdeki ifade ile oldukça eğlendiği belli satış elemanın “Abi beğendiysen ...” diye başlayan cümlesini bitirmeye fırsat vermeden elindeki havluyu kapıp koca bir “Ya sabır...” çekiyorum.

Bu sıkıcı olaydan sonra Tuz Gölü’nde yorgunluğumuzu bir nebze atıyoruz. Araca girmeden önce tuzlarımızdan güzelce temizleniyoruz. Sonra ver elini Adapazarı.

Artık aracı teslim etme vakti geldi. Son bir görev daha var. Yakıtı full’leyeceğiz. Bu işlemi de tamamladıktan sonra Saly Karavan’a aracı teslim ediyoruz. Yolda dikkatimizi çeken birkaç keyfe keder konuyu iletip tavsiyelerimizi de aktardıktan sonra kendi aracınıza yerleşip seyahatimize noktayı koymak üzere bu sefer başladığımız yere, evimize, İstanbul'a doğru son bir yolculuğa başlıyoruz. 

Darısı sizlerin basına...



Devamı gelecek... (mi acaba?)

EasyBlog uygulaması ile fırsat buldukça güncellenmektedir.

Güzergahımız

1. Gün


2. Gün


3. Gün


4. Gün


5. Gün


20 Nisan 2018

Karavan yolculuğu için hazırlıklar

Güncelleyerek bu sayfada paylaşımları toplayacağım. Bu yüzden ilk aşamada sayfadaki yazilar anlamsız gelebilir. Yolculuk sonrası derleyip doğru akışı oluşturacağım. 

Bu seyahati askında geçen sene (2017) gerçekleştirmeyi düşünüyorduk. Ne yazıkki sezonu kaçırmışız. Bir de o dönem çeşitli görüşler sebebiyle Karavanlar olan ilgi artmıştır. Bu sene erken davrandık ve rezervasyonumuzu Kış ayında tamamladık. Çeşitli karavan kiralama firmalarının ile görüştük, aklımıza yatan birkaç tanesinde ziyaret ederek araçlarını inceledik. En son olarak Saly karavan ile bu seyahati gerçekleştirmeye karar verdik.

Rezervasyon sonrası sizden çeşitli imzalar bekleniyor. Tabi ortada bir kira sözleşmesi var. Bu sözleşmeler dikkatli okumanızı tavsiye ederim.

Bizim şansımıza Saly’deki arkadaşlar araçlarını yenilemişler. Daha doğrusu araç aynı ama karavan kısmı güncellenmiş.Arasıra arayıp da bir ihtiyacımız olup olmadığın Sordular.

Biz masa ve sandalye haricinde bir şey istemediğimizi belirttik, ama isterseniz mutfak takımından nevresimi kadar her konuda destek oluyorlar.
......

Şimdilik güzergah bilgisi ile başlayalım. 



.....
Karavan ile akşam nerede konaklarım acaba diye merak ediyorsanız bunu da güzel bir listesi var:

http://www.salyrentacaravan.com.tr/tr/kamp_alanlari.html


Ben bu listeyi GDocs ile bir tabloya döktüm. Bölge ve şehre göre filtreleme yapabilirsiniz. 



23 Nisan 2017

Çiğdem Yaylası

2016 - 19 Mayıs

2016'da yazamamıştım, bari resimlerini paylaşayım. 2017'de yine 19 Mayıs'ta aynı yerde kamp planı var. İlgilenenler için linki de paylaşalım.












Ve yürüyüş başlar




 Komşu yayla olan Turanlar Yaylasına varılır







17 Haziran 2015

Poyrazlar Gölü

Ramazan başlamadan önce son kampımızı da yapalım istedik. Bu sefer yanımızda misafirlerimizi de vardı. Çoluk çocuk, dede nine hep beraber gittik bu sefer.

10 Haziran 2015

Camping 101

Ben de KAMP yapmak istiyorum


Kamp deneyimlerimi paylaştığım arkadaşlarımından kısa bir zaman içinde bu kadar çok soru geleceğini ben de tahmin etmemiştim. Hal böyle olunca, en basit hali ve amatör bir ruh ile "Kamp için nelere ihtiyacım var?" sorularına buradan cevap vermeye çalışacağım. Başlamadan önce şunu da önemle belirteyim, burada yazacaklarım kesinlikle profesyonel bir kamp için gerekenler veya hayatta kalma teknikleri değildir. Böyle bir beklenti içinde iseniz hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.

18 Nisan 2015

Samandere Köyü Çocuk Kampı - 18-19 Nisan

Samandere Köyü Çocuk Kampı - 18-19 Nisan


Bu haftasonu #kampagidelimmibaba ekibi ile ilk kampımızı gerçekleştirdik. Muhteşem bir haftasonu geçirdik. Bu girişimi için Alpay Oğuş Bey'e çok teşekkür ederiz.

Bizim için fevkalade bir tecrübe oldu. Sinan özgürce hareket etti, ağaçlara tırmandı, arkadaşlarıyla eğlendi. Markete gidip, dönüşte kendini bize taşıttıran Nihan hanım 4,5 KM yolu kesintisiz yürüdü. Ara sıra yoruldum diyip nazlansa da köpeklerin peşine depara kalkıp "Turuncu Montlu nerede" diye koşturup minik ayı kapşonu ile arkadaşlarını korkutmaya çalıştı.

Biz kampa o kadar alıştık ki kamp bizi bırakmak istemedi. Toplandık, arabayı yerleştirdik, ancak park ettiğimiz yerden çıkamadık. Yol(!) ortası çimen olduğu için araba sürekli patinaj yaptı. Herkes toplanıp yola çıktığı için de yardım edecek kimse bulamadık. Neyseki el freni ile aracı olduğu yerde döndürüp sağlam zemine oturtabildik.

Dönüş yolunda navigasyonun yönlendirmesi ile istemeyerek de olsa Kaynaşlı yoluna girdik. Önce nerden girdik bu yola dedik ama sonra manzarayı görünce iyi ki bu yoldan gelmişiz dedik. Otoyola bağlandıktan sonrası malum dönüş trafiği. 23-24 nisanı birleştirenler de eklenip birkaç kaza yoğunluğu sonrası eve ulaştık. Aldığımız o oksijenle ne stres vardı ne de yorgunluk. Sabah bir türlü uyanamayan ben, bu sabah çakı gibi ayaktaydım.


Kısaca her sorana tavsiye edeceğim, sormasalar da yönlendireceğim bir tecrübe edindik. Tüm çocuklu ailelere tavsiyemdir. Sizin için yenilenme, çocuğunuz için kendini ve çevresini keşfetmesi için müthiş bir fırsat.

Küçük bir not: Bu siteyi kamptan haftalar sonra kurduğum için ilk 3 kamp yazımın yayın tarihleri olması gereken tarihlerden farklılık göstermektedir.